Evradı Behaiyye Ve Hizbul Bahr Tercümesi
Evradı Behaiyye Ve Hizbul Bahr Tercümesi
232.85 TL
Satıcı: arifankitapEvradı Behaiyye Ve Hizbul Bahr Tercümesi
Evradı Behaiyye Ve Hizbul Bahr Tercümesi
232.85 TL
Satıcı: arifankitapEvradı Behaiyye Ve Hizbul Bahr Tercümesi
Bu kıymetli eseri daha önce Efendi Hazretlerimizin okuduğu şekli ile Arapça olarak özenle hazırlamış idik. Elinizdeki bu risâlede ise bu kıymetli evrâdı, îzahlı olarak terceme ederek siz okurlarımızın istifadesine sunmuş olduk.
Bu vesile ile Hak yolunun sâliklerinine çokça fayda sağlayacağına inandığımız bu eserin içindeki duaların; dünya-ahiret saâdetlerimize ve maddi-manevi hastalıklarımızın şifasına vesile olmasını Cenâb-ı Hakk’tan niyaz eder, dualarınızı bekleriz.
Nihayette bütün hamdler, bütün kemâl sıfatlarıyla muttasıf ve her türlü noksanlıklardan münezzeh Yüce Mevlâ’yadır. Tevekkülümüz de yalnız O’nadır. O ne güzel dost ve ne güzel yardımcıdır.
Hâce Muhammed b. Muhammed Şâh-ı Nakşibend
el-Buhârî Hazretleri (Kuddise Sirruhû) (v.791)
Hicrî 718 senesinin Muharrem ayında Buhâra’nın Kasr-ı Hinduvân köyünde doğdu. Nesebi, baba tarafından Resûlullah Efendimiz’e, anne tarafından ise Hazret-i Ebûbekir Sıddîk Efendimiz’e ulaşır. Küçüklüğünde babası ile birlikte nakışçılık yaptığı için Nakşibend lâkabı ile meşhur oldu. Bâzı eserlerde, Nakşibend Hazretleri’nin hafî/gizli zikre uzun süre devam ettiği için kalbine “Allah“ lâfzının nakşolunduğu ve bu yüzden Nakşibend (nakşedici) lâkabıyla anıldığı zikredilir.
Nakşibend Hazretlerinin doğumundan önce Baba Semâsî Hazretleri Kasr-ı Hinduvân’a çok gelip gider ve sohbetlerinde: “Yakında bu Kasr-ı Hinduvân, Kasr-ı Ârifân olacak!” buyururlarmış.
Şâh-ı Nakşibend Hazretleri o günlere dâir şöyle buyurmuşlardır: “Allah Teâlâ’nın bana en büyük lûtuflarından biri, daha çocukluk günlerimde Semâsî Hazretlerinin mübârek nazarlarıyla müşerref olmam ve onun beni mânevî evlâtlığa kabûl buyurmalarıdır. Semâsî Hazretleri vefât edince, dedem beni Semerkand’a götürdü. Dedem, nerede gönül ehli bir derviş olduğunu duysa, hemen beni ona götürür ve benim hakkımda güzel nazarlarını esirgememeleri için âdeta yalvarırcasına ricâda bulunurdu. Onlar da bana iltifat buyururlardı.”
Şâh-ı Nakşibend Hazretleri, irşad vazifesine başladığında, doğduğu Kasr-ı Ârifân köyünde ikâmet ediyordu. Ancak, Buhâra’nın yanı sıra Mâverâünnehir’in Nesef, Hârezm ve Kermîne gibi bölgelerine de giderek sohbetler yapardı. Onun mânâ âlemindeki kemâlât ve fazîletlerini işitip sohbetini dinlemek ya da intisâb etmek için Semerkand gibi büyük şehirlerden gelenler bile vardı.
Buhâra’nın önde gelen âlimlerinden Hüsâmeddîn Hâce Yûsuf’un Nakşibend Hazretlerine intisâb etmesi ise mühim bir dönüm noktası oldu. Bu zâtın ardından Buhâra âlimleri ve talebeleri kalabalık gruplar hâlinde Nakşibend Hazretlerinin sohbet halkasına katılmaya başladılar.
İlk haccından döndüğü gün, şeyhi Emîr Külâl Hazretleri vefât etti. Vefât etmeden evvel müridlerine Hâce Bahâüddîn’e tâbî olmalarını emir buyurdular.
Alâüddîn Attâr Hazretleri şöyle buymuştur: “Üstâdımız Şâh-ı Nakşibend Hazretlerinin ahlâkı pek ulvî idi. Şayet bir dostu evine gelse, bizzat hizmet eder, en güzel şekilde izzet ü ikramda bulunur ve her türlü îtinâyı gösterirdi. Misafirin bineğine de son derece îtinâ ile bakardı. Öyle ki, o dostun zihni artık bineğini düşünmekten kurtulurdu.”
Nakşibend Hazretlerinin müridlerinden Şeyh Şâdî şöyle anlatır: “Bir dostu veya bir misafiri geldiğinde, Nakşibend Hazretleri, o zâtın hizmetini îfâ ettikten sonra, bineğinin su ve yemini de hazırlardı. Her türlü hizmeti nîmet bilirdi. Evine, kendi terbiyelerinde olan dervişler bile gelse, onların tahâret ve temizliği için lâzım olan malzemeyi dâimâ kendisi tedârik eder ve; “Bu hizmetlerin hepsi benim canıma minnettir.” derdi. Hâce Hazretleri bir mürîdinin evini şereflendirdiği zaman ise, onun çocuklarını, yakınlarını, hizmetçilerini, binek hayvanlarını, hattâ tavuklarını bile sorar, her birine bir vesîleyle iltifat eder ve gönüllerini alırdı.”
Bir mecliste yemek hazırlandığı zaman, onu hazırlayanlara bizzat kendi elleriyle o yemekten ikram ederdi. Talebelerinden biri şöyle anlatıyor: “Benim Nakşibend Hazretlerine intisâb edip gönülden bağlanmamın sebebi şudur: Bir gün Buhâra’da dervişler toplanıp hasta olan Hâce Hazretlerine geçmiş olsun ziyaretine gittiler.
Ben de onlara katıldım. Nakşibend Hazretleriyle Bâğ-ı Mezâr denilen yerde görüştük. Hastayken dahî dervişleri güler yüzle karşıladılar. Hemen gidip kesilecek koyunları hazırladılar. Hattâ koyunların birini mübârek sırtlarında getirip yemeğin pişirilmesiyle de bizzat meşgul oldular. İşte onun bu güzel ahlâkı beni muhabbetlerinin esîri eyledi.”
Bir dervişten nakledilmiştir: “Şâh-ı Nakşibend Hazretleri, Allah dostlarının sohbetlerinin büyük bir nîmet olduğunu her vesîleyle ifâde eder ve; “Bu nîmetten uzak kalmak, bu yolun yolcularının kusurlarındandır.” buyururlardı. Bu âciz kul, Hâce Hazretlerinin sohbet-i saâdetlerine mazhar olmak için Semerkand’dan Buhâra’ya gittiğimde, Nakşibend Hazretlerinin talebelerinin en fazla ehemmiyet verdikleri şeyin, imkân nisbetinde bütün namazları cemaatle mescidde edâ etmek ve Hazret’in sohbetindeki feyz ve rûhâniyetten nasiplenmek gibi hususlar olduğunu gördüm.”
Şâh-ı Nakşibend Hazretleri şöyle buyururlardı: “Kişi, insanlarla beraber olup onlara hizmet edince, halvete çekildiği zamanlardan daha fazla gönül huzûru elde eder. (Yani kesrette vahdeti yakalar, kalabalıklar içindeyken Cenâb-ı Hak ile beraber olabilirse, gönlü daha fazla huzûra kavuşur.) Bizim yolumuzda gönül âlemi ancak bu şekilde inkişâf eder. Bizim yolumuz sohbet yoludur. Halvette şöhret, şöhrette ise âfet vardır. Hayır ve bereket, birlik ve beraberliktedir. Birlikte olmak, sohbetle mümkündür. Ancak bu hâlin gerçekleşmesi, sohbetin faydalı olması şartına bağlıdır. Bir kişinin başkasıyla sohbeti ise benliği terk edip hiçliğe bürünmekle hâsıl olur.”
“Bizim sohbetimize gelenlerin bir kısmının kalbinde muhabbet tohumu varsa da, dünyaya olan alâkaları ve bunun oluşturduğu pislik sebebiyle bu tohum filiz verip büyüyemez.
Bize düşen vazife, onların kalbini bu nefsânî arzulardan temizleyerek muhabbet tohumunu filizlendirmektir. Bâzılarının kalbinde ise muhabbet tohumundan eser yoktur. Biz onların kalbinde muhabbet oluşması için himmet ederiz.”
Şâh-ı Nakşibend Hazretleri yaşlılık döneminde tekrar hacca gitti. Bu yolculuktan dönerken hastalandı. Talebelerinden şöyle nakledilmiştir: “Şâh-ı Nakşibend Hazretleri, ölümü çok yâd ederlerdi. Bilhassa hayatının son günlerinde; “Dostların gittiği o âhiret âlemi ne güzeldir!” buyurup Hâcegân büyüklerini anarlardı.
Alâüddîn Attâr Hazretleri şöyle buyurur: “Hâce Hazretlerinin son anlarında Yâsîn-i Şerîf okuyorduk. Yarısına geldiğimizde nurlar zâhir olmaya başladı. Hâce Hazretleri kelime-i tevhîdi söyleyerek son nefeslerini verdiler. Yaşları 73’ü doldurmuş, 74’e ayak basmıştı. Vefatları 3 Rebîulevvel 791’de (1 Mart 1389) pazartesi gecesi vâkî oldu.” Şâh-ı Nakşibend Hazretleri, Buhara yakınlarında Kasr-ı Ârifân’daki bahçesine defnedildi.
Sözlerinden:
“Âlem-i kuds fezâsında uçabilmek için iki kanat lâzımdır. Biri, çok amel-i sâlih işlemek, diğeri de kendini kusurlu görmek.”
“Dâimâ Allâh’ın Lâtîf sıfatına sarıl ve O’nun fazl u keremini taleb et! Sakın amellerinin karşılığını bekleme! Kemâlât ve fazîlet olarak söz ve davranışlarından her ne zuhûr ederse etsin, onu hiçlik deryâsına atıp unut! Devamlı nefsinin kusurlarını gör!”
Ubeydullah Ahrâr Hazretleri anlatıyor:
“Bir aziz zât, dünyadan ayrıldıktan sonra Nakşibend Hazretlerini rüyasında görmüş ve ona: “Ebedî kurtuluşumuz için ne yapalım?” diye sormuş. Hâce Hazretleri şu cevâbı vermiş: “Son nefeste neyle meşgul olmak gerekiyorsa onunla meşgul olun!”
Yani, son nefeste nasıl ki tamamen Hak Teâlâ’yı düşünmeniz lâzımsa, hayatınız boyunca da o şekilde uyanık olunuz!” Mevlâ Teâlâ şefaatlerine nâil eylesin ve sırlarını mukaddes kılsın.
Eserin Önemi Hakkında
Hususiyetle ehl-i tasavvuf ve meşayıh-ı kiram hazarâtı, evrâd-u ezkâr’a hususi bir ehemmiyet vermiş, her birerlerinin kendilerine has evrâd ve hizbleri olagelmiştir.
Bunlar içerisinde Nakşibendî tarikatının pîri Muhammed Behâuddin Şâh-ı Nakşibend (Kuddise Sirruhû) (718-791 h.
/1318-1389 m.) hazretlerine ait “Evrâd-ı Behâiyye” nâm eser ayrıcalıklı bir yer tutmuş, tarikat erbabı katında ziyade teveccühe mazhar olmuştur.
Bu Evrâd-ı Şerîfe’yi ayrıcalıklı kılan, Kur’ân-ı Kerîm’de, Sünnet-i Nebeviyyede ve eserlerde varid olan birçok dua ve havassı havî (içeren), câmi’ (geniş muhtevalı) bir eser olmasının yanı sıra, Rasûlüllah (Sallâllahu Aleyhi ve Sellem) tarafından âlem-i mânâda Şâh-ı Nakşibend hazretlerine talim buyurulmuş olmasıdır.
Üstadımız, asrımızın müceddidi Mahmud Efendi (Kuddise sirruhû) da bu Evrâd-ı Şerîfe’ye ehemmiyet vermiş, kendisi günlük olarak okuduğu gibi ihvanını da okumaya teşvik etmiştir. Hatta ezberlenmesini tavsiye ederek; “Efendi Babam bana her gün okumamı emretti.”, “Her gün okuya okuya ezberlersiniz.” buyurmuştur. Üstadımız, hakkında; “O ilaçtır.” buyurduğu Evrâd-ı Behâiyye’yi, kendisine okunmaya gelen maddî ve manevî hastalık sahibi kişilere de okurdu. Bir nice mübtelalar, kudsî nefeslerinden dökülen dualar vesilesiyle şifaya kavuşmuştur. Yine Efendi Hazretlerimiz Evrâd-ı Behâiyye hakkında; “Benim hastalara okuduğum Evrâd-ı Behâiyye’yi de okumak lazım. Ben hastalara okuya okuya ezberledim.
“Efendi Hazretleri! Hizb’ul-bahri okusak yeter” (dersiniz.) İnsan sade ekmek yese olur ama çorba da ister, reçel, domates, patates, erik, elma da ister.”
“Hepiniz Evrâd-ı Behâiyye’yi okuyun. Çünkü düşmanınız çok” buyurmuşlardır.
Ayrıca Evrâd-ı Behâiyye hakkında, meşâyıh-ı kirâmdan yapılan bazı rivayetlerde; “Evrâdın içinde İsm-i Azam’ın iki kere zikrolunduğu, yine içinde Allah-u Teâlâ’nın bir İsm-i Şerif’inin var olduğu ki, yer ile gök hazinelerinin kapıları bu isimle açıldığı, bu evrâdı hâlis bir niyet ile okuyanın ise, bedeninden bütün hastalıkların Allah-u Teâlâ’nın izni ile kalkacağı” zikredilmiştir.
Diğer bazı rivayetlerde ise Evrâd-ı Behâiyye hakkında şu dikkat çekici açıklamalara yer verilmiştir; “Kim bu evrâdı okursa, Allah-u Teâlâ ona nûr, hikmet ve yakîn ihsan eder. Sihirden, hasetten, nazardan korur; onun bütün sıkıntı ve üzüntülerini giderir. Ona izzet kapısı açılır. Bir kimse bu evrâdı okursa, ehl-i beyti arasında (ailesi içinde) kavgası olmaz, dirlik ve sevgi içinde geçinir ve onun üzerine nûrdan bir çadır kurulur, cinler ve şeytanlar o çadırı geçip eve giremezler. Her ne murad (hayırlı bir istek) için okunursa, Allah-u Teâlâ’nın izni ile kabul olur.” Efendi Hazretlerimizin, Evrâd-ı Behâiyye, Hizb’ul-bahr ve Delâil-i Hayrât’ı günlük vird edinmek isteyen ihvanına umumen izni vardır. Fakat hastalara okumak için husûsi izin ve icazet almak gerekir.
Bu virtleri okurken dikkat edilecek hususlar:
1- Her ne maksatla okunacak olursa olsun öncelikli niyet Allah’ın rızası olmalı.
2- Okurken kelimeleri doğru telaffuz etmeye gayret etmeli, manasını düşünerek tedebbür üzere okumalı.
3- Allah-u Teâlâ’dan talep ettiği şeyi ısrarla ve ciddiyetle talep edip, duasının kabulü hususunda yakînî bir itikad üzere olmalıdır.
Bu Ürün JET TEKNOLOJİ Entegrasyon Sistemleri ile Listelenmiştir
Tüm Yorumlar